Twitter da uzunca bir zamandır takib ettiğim bir abimiz var. İstanbul Anadolu yakasından bolca kedi, köpek, çiçek, böcek kuş gibi paylaşımlar yapmakta.Ama en çok üzerinde durduğu bir konu var. Ağaçlar. İşte bizim de asıl sözünü edeceğimiz şey "park ve yol" kenarlarında dikilen ağaçlar. Hepimiz bir yerden bir yere giderken yol kenarlarında belediyeler tarafından (bütün belediyelerin bir "park ve bahçeler" şubesi var) dikilen ağaçları görüyoruz. En çok dikilen ağaçlar genelde "süs çamı" gibi "meyvesiz ağaçlar. Konuyu nereye götüreceğimi söyleyeyim. 25 yaş ve altı neslin artık "meyveleri" marketlerden başka bir yerde görme şansı kalmadı. Hatta gerçek midir bilmiyorum ama çocukların "meyve ve sebzeleri" marketlerde mi yetiştirildiğini soranların olduğunu yazıyorlar. Ne kadar "acı" bir durum çocuklarımızın meyveleri "dalından" koparıp yiyememedikleri bir "çağa" doğmuş olmaları. Her şeyin paketlenip &qu
Çok uzun zamandır istediğim bir şeydi; okuduğum kitapları, izlediğim filmleri, gezdiğim yerleri, yemekleri, müzikleri kısacası hayata dair her şeyi paylaşmak. Hayata dair o kadar çok şey var ki insan hayatında, bunların kimselerle paylaşmadan, saklı kalması çok büyük bir kayıp bence. Bizim belki çok önemli anılarımız yok ama çok önemli kişilerin hiçbir şey anlatmadan bu dünyadan göçmeleri bana çok acımaz gelir hep.Adam yıllarca çok önemli kararlar almış, önemli olayların içinde yer almış ama tek bir laf etmeden göçüp gidiyor. Ne bir hatıra ne bir röportaj. Ya da bu hazine değerinde hatıralar birilerinin elinde heba olup gidiyor. Neyse biz kendimize saygımızı yitirmeden bir şeyler paylaşabiliriz bence. Samimi, gerçek ve özgün olsun yeter. Bu gün okuduğum bir yazı hem tebessüm hemde hüzne yol açtı. Yazıda bizim Anadolu da çokça karşılaştığımız kadın isimleri ile ilgiliydi. Saniye, Vahide, Rabia. Peki neyi ilginç bu isimlerin? Arapça "birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü" anlamın
Blog ismini ne seçeyim diye düşünürken, filmini de seyrettiğim bu "muhteşem" yerli ve milli (mi?) ağacımız aklıma geldi. Çocukluğu köy yerinde geçmiş hemen herkesin görüp bildiği bir ağaç, "Ahlat" ağacı". İnternet'ten baktığımda "doğa" ortamında kendiliğinden yetişen "yabani armut" olarak geçiyor. Peki neden "Ahlat ağacı"? Dedim ya "muhteşem" bir ağaç. Her türlü iklim koşullarında rahatça yetişebiliyor. Kendi kendime şu soruyu sordum, peki bu ağaç "şehirde" yetişir miydi? Şehirde 40 yıl yaşayabilir mi? Meyveler verebilir miydi? Yaşı benim gibi 40' ı aşmış orta kuşak, çoğunlukla çocukluğu köyde geçmiş, sonra da şehre atılıvermiş yaban armutları gibi değil miyiz? Ne köylülüğümüz kaldı, ne şehirli olabildik. Bir tarafımız hep yabanıl kaldı. Uyumsuz, rahatsız, iğreti... Kendimi bildim bileli "şehirde" hep rahatsız hissediyorum. Şehirde 40 yılı devirdim, ama her fırsatta köye akmak için can atıyo
Yorumlar
Yorum Gönder